30 Eylül 2014 Salı

Araplaşan Yeni Türkiye'de Eğitim Sistemi


Merhabalar. Bu satırları girerken arkada Motörhead çalıyor, ruh halimi anlayın. Ciddi anlamda psikopata bağlamış bulunmaktayım...

Farkına varmadan günlerimiz akıp gidiyor. Ufak değişikler unutulup gidiyor fakat etkileri daha sonradan anlaşılıyor.

100 yıl öncesinde bile eğitimde ve özel kurumlarda yasak olan türban ilkokullarda bile serbest bırakıldı. Bu durumu gören türbanlı arkadaşlarım rahat rahat okula girebilir oldu. Kapalı olmayan arkadaşlarım kapandı. Peki bu durum beni rahatsız ediyor mu? Tabii ki ediyor.

Bu şu demek değil, "sen dine karşısın!" ben dine karşı değilim. Bıraktığı olumsuz etkilere karşıyım. Türban erkek ve kız arasına ciddi bir sınır çekiyor. Ben herhangi bir kız arkadaşıma sarılabilirken türbanlı arkadaşımda böyle bir şey söz konusu bile değil. Sarılmak mı peki bütün derdim? Değil.

Benim türbanlılarla olan iletişimim verimli olmadığı gibi onların da verimli olsun isteği yok. Çünkü islamda Tanrı buyurmuş, "örtün, çünkü saçından tahrik olacak erkekler var" hal böyle olunca iletişim de bir yere kadar. Bunları yazarken türbanlı kızlara kin beslediğimi düşünmeyin. Benim kinim düşünce yapısına.

10.000'e yakın öğrenci tercihte bulunmadığı halde İmam Hatip Lisesine yerleşti. Yerleşenler arasında arkadaşlarım da var. İşin garibi de bu gruba gayrimüslümler de dahil.

Türban sorununu hallettik. İyi güzel ama bunlar demeyecek mi? "ben çarşafımla okula giremiyorum, bu benim haklarıma aykırı!" Derler tabi. Çünkü bu aşama bitmez.
Ben türbanımla girmek istiyorum. Ben çarşafımla girmek istiyorum. Erkek öğretmenimiz olmasın. Kadınlara kadın öğretmen ders anlatsın. Aynı sıralara erkek ve kız oturmasın. Aynı sınıfta erkek ve kadın bulunmasın. Bütün okullar Arapça ve Osmanlıca ders versin... 

Düz liseler yavaş yavaş İmam Hatip Lisesine dönüyor. İmam Hatip Liselerine de karşı değilim. Gerektiği gibi kullanılmamasına karşıyım. Tercihte bulunulmadığı halde öğrencilerin zorla yerleştirilmelerine karşıyım. Arapça kuran okutturulup tek bir Türkçe ayet öğretilmemesine karşıyım. Ben yeni bir sistem istiyorum. Veyahut istemiyorum, çünkü bu ülkeye her şey müstahaktır.

Kızlı erkekli karma sistemin yerini neler aldı bilmek ister misiniz? Başlarda söylediğim gibi küçük şeyler üstünde durulmadan geçiştiriliyor. Kızlı erkekli kalınan yurtları ayırdılar. Hamile kızların babalarına "kızın hamile" diye mesaj göndermeye başladılar. Yetmedi, kürtajı yasakladılar. Yetmedi okullarda kız ve erkeklerin aynı sınıfta bulunmasını yasakladılar. (şimdilik bu İmam Hatip Liseleriyle sınırlı) Atatürk'ün tevhid-i tedrisat kanunun çok öncelerine, 100 yıl öncesine geri götürülmeye çalışılıyoruz. Ancak bu işin farkında olmakla bir şeyler başarabiliriz.

Okullarda erkeklerde uzun saç, küpe; kızlarda tayt gibi dar kıyafetler yasak. Dövme yasak. Dersi şapkanızla dinleyemezsiniz. Çünkü cezası var, kılık kıyafet düzgün olmazsa uzaklaştırmaya maruz bırakılırsınız. Ama olsun, türbanınızla dinleyin dersi. Hem havalar soğudu kışın sıcak tutar. Fazla da sıkmayın ama kafanızı o bezlerle, arada bir oksijen gitsin.

30 Ağustos 2014 Cumartesi

Maddiyat Üzerine

Bu yazıyı yazmaya beni iten bazı sebepler var ama ağırdan alalım, geleceğim oraya.

Maddiyat bildiğiniz üzere sahip olduğunuz mallar anlamına geliyor. Yani sahiplendiğimiz mallar için kullanılan bir tabir.

Biraz geriye gidecek olursak eğer milyar yıllık evrende milyon yıl yaşamış insanlar hep bir sahiplenme isteğiyle yaşamıştır.  Göçebe hayatla başlayan serüven daha sonradan yerini yerleşik hayata bırakmıştır. O bölgeyi sahiplenmeyle devam etmiştir. Günümüzdeki maddeye karşı olan sahiplenme ise aşmış durumda.

Müthiş bir pazar var önümüzde bir kere. Önceden bakkala girer, ihtiyacımızı alır çıkardık. Artık devir değişti. Etrafımızda bakkalın kalmadığı gibi, adım başı süpermarket zincirleri doluştu. Süpermarket sanıldığı gibi alışverişi verimli hale getirmez. Çünkü insanoğlu doyumsuzdur, açgözlüdür. Kampanyalara çabuk kanar, hiç ihtiyacı olmayan üründen ikişer tane alır. Kafada oluşturulan belli listenin dışına çıkan onlarca gıda, eşya ve türevleri alınınca borca sürüklenir insan. Ki zaten kredi kartı kullananın kaçınılmaz sonudur borç.



Kredi kartı, olmayan parayı harcamaktır. 24 aylığına alınan bir eşya 24 ay taksidi bitmeden sizin değildir. Bu yüzden aslında çoğu şeye sahip değiliz. Elimizdeki telefonlar, prof. makineler, bilgisayarlar, tabletler bizim değil. Eh, demekki kredi kartı kullanmak büyük cesaretmiş.

Bankalar toplumu düdükleme ustasıdırlar. Kredi kartı, alınan krediler, ödenen hesap işletim ücretleri... saymakla bitmez, bu yüzden saymayacağım. Bankalara düdüklenenlerse ya açgözlüler ya da saf insanlardır.

Maddiyat beraberinde tembelliği getirir. Miras kalan ev, araba, yüklü miktar para çalışkanlığı sömürür. Fakat hep fazlasını istediğimiz için tam anlamıyla çalışma azmini söndürmez. Hepimiz bir evimiz varsa daha iyi bir ev, arabamız varsa daha iyi bir araba isteriz. Yüklü bir miktar para biriktirip bu düzenden kaçmak istesek de yine maddiyatın kurbanı oluruz. Kağıda yüklenen değer inanılmaz boyutta. Bir kağıt parçası ile yapamayacağınız şey yok. Hayalleri de gerçekleştirmek sadece kağıt parçasından ibaret.

Bahsetmek istediğim maddiyata verilen değer değil, aşırılıktır. Beni bu yazıya iten sebep de tam olarak buydu. Hepimiz maddiyata değer veririz. Öyle ki hepimizin yanımızdan ayırmadığı bir telefonu var. İletişimden farklı boyuta ulaşan akıllı telefonlar ile birlikte maddi aşırılık da boy gösterir oldu. Durakta, caddede, cafede, okulda telefon ekranından kafamızı kaldırmayan insanlara dönüştük hepimiz. Etrafımızdaki güzellikleri farketmeyen, güzelliği telefonlarda arayan bireyler olduk çıktık. Akıllı telefonları olan cahil insanlar olduk.

Böylelikle hayvanlardan bizi ayıran en önemli özelliğimiz olan zekamızı da makinelere bıraktık.
Alıntıyla noktayı koyalım madem. Ne demiş Ahmet Kaya: "olmasaydı sonumuz böylee."

23 Ağustos 2014 Cumartesi

Türkiye'deki Özgürlük Boyutu

Türkiyede "ben özgürüm!" demek, "küçükken kaç yaşındaydın?" sorusu kadar saçma olsa gerek.

Ay yıldızlı şanlı Türk bayrağına karşı beslediğin gurur, İstiklal Marşı'nı duyduğunda kabarttığın göğüs, milliyetçilik duygunun kabardığı askerlik; senin iradene mi bağlıdır? Hayır canım kardeşim, yanılıyorsun. Yanılıyorsun çünkü toplum kuralları, toplum baskısı ve nicesi var. Dinle.

Doğduğundan itibaren aldığın kararlar, kaçı gerçekten senin kararlarındı? Doğduğunda ezanla okunan isminden tut sünnet düğününe kadar, şu anda çalışmakta olduğun meslekten ölümüne kadar olan süreçten bahsediyorum tabii ki.

Çocukluğunda başladı her şey. Hatta ondan da önce, evet. Asırlardır süregelen aile yapısı ve bu yapı ile yetişen toplum mahvetti bizi. Sadece özgürlüğümüzü mü aldı peki bu aile yapısı? Yok daha neler! Korkuların, kazanamadığın hobilerin, mutluluğun... Hepsi elinden kayıp gitti, ailen sayesinde. Korkuttular bizi yaramazlık yaptığımızda; "bak bu amca polismiş", "hadi teyzesi çıkar iğneyi" diyerek. 
"gece gece icat çıkarma başımıza" diyerek yaratıcılığımızı öldürdüler.

Pekala, yazının baştan alalım. Milliyetçilik, doğru bi şey midir? veyahut milliyetçilik olmalı mıdır? Milliyetçilik olmamalıdır. Kazanılmış bir şey değildir çünkü. Türk milliyetçisi olan bir insan Amerika'da doğsaydı Amerika'nın milliyetçisi olmayacak mıydı? Nüfus cüzdanında TC yazması seni sadece Türkiye vatandaşı yapar. Ne mi alakası var konumuzla. Diyorum ya, isteyerek seçmedin ülkeni, öğrettiler sana.
"seveceksin ulan ülkeni!" diyerek.

"ben özgürüm, fikirlerimde toplumun bir payı yok" diyorsun da dinle. Alıp başını ülke dışına çıkmaya cesaret edebilir misin? İşim ne olacak, param yok, ailemi arkamda bırakamam diyenler cesaret edemeyecek. Özgürlük istediğini yapabilme hakkıdır. "okumuyorum okul falan zaten sistem komple boktan" diyorsun da, icraata geçebiliyor musun? geçemiyorsun. E hani özgürdün canım benim? O işler sanıldığı gibi kolay değil.

Türkiyede eşcinsel misin? Linç edilirsin. Trans mısın? Yatacak yerin yok. Çok güzel bir fikrin mi var? İmkan yok. Peki, özgür müsün? Öyle bir dünya zaten yok. :)

21 Nisan 2014 Pazartesi

Bir Minibüs Hikayesi


Saat 6:00 sularında yatağımdan kalktığımda bahsedeceğim olayı yaşayana kadar gayet sakin ve kendi halimde bir insandım.  İçimde kopan fırtınaları hissedebilmeniz için yanımda olmanız gerekirdi.

Kulaklığımı unuttuğumda her zaman başıma ilginç olaylar gelir. Bugün de ona benzer bir olay yaşadım. Elimi havaya kaldırdığımı gören minibüs şoförü önümde durdu ve minibüse bindiğimde radyodan ilahi sesleri yükseliyordu. Kulaklığım olmadığından kulağım ilahideyken gözlerim de insanların üzerindeydi.
Duraklar ilerledikçe inenlere karşılık minibüse yeni insanlar katılıyordu. Bir adam girdi kapıdan içeriye, adamın pis kokusunu o an burnumda hissettim. Adamı baştan aşağı süzdüğümde fazlasıyla yıpranmış ayakkabıları ve eskimiş kıyafetlerinin olduğunu gördüm. Yollar uzayıp giderken ilginç bir diyaloğa şahit oldum.

Bahsettiğim adam minibüs şoförüne yaklaşarak mahcup ve olabildiğince kısık bir sesle:
"şoför bey param yok, inecek miyim?" diye sorduğunda içimden bir parça kopmuştu.

Şoförün cevabı aşağılayıcı ve fazlasıyla yüksek bir ses tonuyla:
"paran yoksa ineceksin arkadaşım! sabah sabah delirtmeyin adamı!" diye olmuştu.

Sadece iki lira için birisinin bu kadar acımasızca davrandığına inanamıyordum. Ben o an radyodaki ilahiye takılmıştım. Dindarlığın değil, insanlığın kıymetli olduğunu o an anlamıştım. İnsanları dindar olduğu için iyi, ateist olduğu için de kötü olarak sınıflandırmanın da bir o kadar tehlikeli olduğunu anlamıştım. Dindar, ateist, beyaz ya da siyahi... Mesele insanlıktaydı. İnsan, canlı bir varlıktı. Diğer canlılardan zekamız ile farklılaşamıyorsak vicdanımız ile farklılaşmalıydık. Vicdan, insanlık için çok büyük bir adımdır. Hepimizde varolan vicdanı kullanmayı unutmayalım ki insan olmamızın bir değeri olsun.

16 Nisan 2014 Çarşamba

Dünya Edebiyatı Klasik Eserlerini Neden Okumalıyız?


Kitap okumak hobi değil, gereksinimdir. Dünya klasiklerini okumak ise gereksinimden ötedir. İhtiyaç değil, zorunluluktur. 

İlkokuldan beri zorla dayatılan kitap okuma baskısına boyun eğerek sıkılarak da olsa klasikleri okumuşuzdur. Kitap okumanın dayatmayla yürümeyeceğinin, dışı süslü içi boş kitapların zaman kaybı olduğunun farkına varan kişi klasik eserlere yönelir. Klasik kitaplara ben bunu okuyayım diyerek başlanmaz. Bu eseri tekrar okumalıyım denilerek başlanır. Eldeki klasiği görenler "sen daha bunu okumadın mı?" sorusunu sormaktan bıkmaz. Göz gezdirilerek değil, yavaşça ve kavrayarak okunur. Çünkü bu tür eserlerde her zaman verilmek istenen mesaj vardır.

Dünya edebiyatı klasiklerinin belli kitaplardan oluşmasının sebebi eserlerin bütün dünyaya hitap etmesidir. Açlıktan bir deri bir kemik kalmış insan ile gözü doymak bilmeyen zengin insana aynı duyguları hissettirir.  Ateist adam ile katolik hristiyanın aynı duyguları paylaşmasını sağlar.

Dünyaya olan bakış açınızı bu kitaplarla bambaşka yerlere taşırsınız. Günümüzde kapitalizmin tüm dünyada baş göstermesine rağmen elimizden bir şey gelmemesinin sebebi çoğunluğun Robin Hood'u okumamış olmasından geçer. Hala daha çocuklarını acımazca dövenlerin olması Şeker Portakalı'nın okunmamış olmasındandır.

Bu eserlere "zaman kaybıydı!" diye hayıflanılmaz. Hayıflanılacak bir şey varsa o da kitabı anlayacak kapasiteye henüz ulaşılmamış olunmasıdır.

Bambaşka deneyimler yaşamanıza sebebiyet verir. Yeri gelir Rusya ve Fransa arasındaki çekişmeli savaşa tanıklık edersiniz. Yeri gelir 6 yaşındaki Zeze gibi düşünürsünüz. Maceradan maceraya koşturur, farklı dünyalarda sürüklenedurursunuz. Bu kitaplar düşsel zenginliğin, düşünsel faaliyetlerin doruk noktasını oluşturur. İncecik bir kitap, hayatınızı değiştirebilir. Yazarın üslubu bir eserde çok acımasız olabilirken başka eserlerde dostunuzmuşcasına keyif verebilir.

Basım tarihinde yüzyıllar öncesini gösteren bir kitap, bugünün olaylarını anlatabilir. O zaman anlarsınız, yüzyıllar boyunca gelişenin sadece teknolojiden ibaret olduğunu.

Klasik eserler okunmalıdır. Klasik eserler puzzle parçalarına benzer, her okuduğunuz eser puzzle'ı tamamlamanıza katkıda bulunur. Tamamdır, ben hepsini okudum dediğinizdeyse ortada tek bir puzzle parçası kaldığını görürsünüz. Ortayı doldurmak için çaba sarfetmek gerekir. Okunulan klasik eserleri tam anlamıyla uygulayabildiğinizi düşündüğünüzde puzzle'ın tamamlanması işten bile değildir.