Saat 6:00 sularında yatağımdan kalktığımda bahsedeceğim olayı yaşayana kadar gayet sakin ve kendi halimde bir insandım. İçimde kopan fırtınaları hissedebilmeniz için yanımda olmanız gerekirdi.

Duraklar ilerledikçe inenlere karşılık minibüse yeni insanlar katılıyordu. Bir adam girdi kapıdan içeriye, adamın pis kokusunu o an burnumda hissettim. Adamı baştan aşağı süzdüğümde fazlasıyla yıpranmış ayakkabıları ve eskimiş kıyafetlerinin olduğunu gördüm. Yollar uzayıp giderken ilginç bir diyaloğa şahit oldum.
Bahsettiğim adam minibüs şoförüne yaklaşarak mahcup ve olabildiğince kısık bir sesle:
"şoför bey param yok, inecek miyim?" diye sorduğunda içimden bir parça kopmuştu.
Şoförün cevabı aşağılayıcı ve fazlasıyla yüksek bir ses tonuyla:
"paran yoksa ineceksin arkadaşım! sabah sabah delirtmeyin adamı!" diye olmuştu.
Sadece iki lira için birisinin bu kadar acımasızca davrandığına inanamıyordum. Ben o an radyodaki ilahiye takılmıştım. Dindarlığın değil, insanlığın kıymetli olduğunu o an anlamıştım. İnsanları dindar olduğu için iyi, ateist olduğu için de kötü olarak sınıflandırmanın da bir o kadar tehlikeli olduğunu anlamıştım. Dindar, ateist, beyaz ya da siyahi... Mesele insanlıktaydı. İnsan, canlı bir varlıktı. Diğer canlılardan zekamız ile farklılaşamıyorsak vicdanımız ile farklılaşmalıydık. Vicdan, insanlık için çok büyük bir adımdır. Hepimizde varolan vicdanı kullanmayı unutmayalım ki insan olmamızın bir değeri olsun.