17 Ekim 2016 Pazartesi

Asansör Üzerine Deneyler ve Psikolojik Detaylar

Bir önceki yazımda zamanın ne kadar gerekli olduğunu ve hızlı yaşamaya ne kadar alıştığımızdan bahsetmiştim. Yüksek katlı binalarda bizi hızlı bir şekilde ulaşmamız gereken noktaya taşıyan bir alet var: asansör.

Asansör psikolojinin çok fazla ilgi odağı olan ve insan davranışlarının incelenmesi için önemli bir kaynak olduğunu düşünüyorum. Asansörler insanların genellikle yalnız başına kalabildikleri tek mekan ve böyle bir yerde rahat hissetmeleri üzerine çok önemli faktörler var. Eğer tanımadığınız insanlarla aynı asansördeyseniz asansörler kapalı ve dar alana sahip olduklarından savunma mekanizmanız farkında olmadan istemediğiniz davranışlar sergilemenize neden olabilir. Üzerine konuşulacak birkaç deneyden bahsetmek istiyorum.

İzlediğim "sosyalleşmek" üzerine yapılmış deneyleri anlatan belgeselde asansörle ilgili bir kısım vardı. Asansörde tek başına yukarı katlara çıkmakta olan bir birey vardır. Yukarıya çıkmakta olan asansörü bir üst katta iri yarı 4 adam beklemektedir ve üst katlara olan yolculuk 5 kişi olarak tamamlanacaktır. Denek harici diğer 4 iri yarı adam da birbirini tanımaktadır. Bahsettiğim dört adam diğer adamın bakış açısının zıttı yönünde giriş yaptıkları için gruba uyum sağlamak için denek de duruş pozisyonunu diğerleriyle aynı yönde çevirmek zorunda kalır. Deney bundan sonra 4 adam her farklı yöne döndüklerinde deneklerin de aynı tepkiyi vermesiyle devam eder.

Türklerin yaptığı bir şakada ise tek başına olan bir adamın yanına sayıca fazla bir taraftar grubu bağıra çağıra tezahüratlar eşliğinde asansöre girerler ve adam savunma mekanizmasıyla kavga çıkarır ve etraftakilere birkaç yumruk savurur.

Aslında bu deneyler insan davranışının uyarana verdiği 2 farklı tepkiyi gösteriyor. Aşağı yukarı uyaranlar aynı diyebiliriz: savunma mekanizmasını harekete geçiren kalabalık bir grup. Savunma amaçlı birisi pasif kalırken diğeri de saldırarak kendini koruma amacına gidiyor. İnsanoğlu için hayatta kalmak en önemli unsur olduğundan tepkiler değişse de davranışlarında temel gaye aynı kalıyor.

Yine psikolojik olarak ele alınması gereken başka bir unsur her asansörde neden aynanın bulunduğu sorusudur. Klostrofobiye sahip olmayan insanlar bile 3m² alanın içerisindeki daralacak, bunalacaktır. Dar alana derinlik katmak da aynanın görevidir. Aynalar alana derinlik kattığı için insanlar kendini güvende hisseder. Bazı yerlerde asansörler tamamen dışarıyı görecek şekilde camdan yapılırken geriye kalan asansörler derinlik için aynayı tercih eder. Sebebi ise insanın dar alana olan korkusundan kaynaklanır.

Bir diğer konu da asansörlerdeki kapıyı kapama butonu. İlginç bir bilgi olarak asansörlerde en erken eskiyen butonların bu butonlar olduğunu söyleyebilirim. Bu butonun da psikolojik bir deney unsuru olduğunu bir yerlerde okumuştum. Bahsettiğim bu butonlar insanların düğmeye basıldığı takdirde kapının 2 saniye erken kapandığını ve gidilmek istenen yere bu vesileyle daha hızlı gidildiğini düşünmeleri üzerine yapılan bir deney. Butona basıldığı sırada zaten asansörün kapanması için geri sayım biter ve buton ve geri sayım ikilisi aynı zamana denk geldiğinden kapı kapanır. Bu deneyde basılan buton bir placebo etkisi yarattığından insanlar kullanınca içlerini rahatlatır. İstanbul'da ulaşım için trafikte her gün 4 saatini harcayan insanlar olduğunu da düşününce 2 saniye insan hayatı için oldukça önemli bir etken görülüyor sanırım.

İnsanlığın bütün buluşları tembellik üzerine olmuştur. Ulaşımda gideceği alana yavaş gitmekten bunalan tembel insan daha hızlı otomobilleri, uçakları doğurmuştur. Basamaklar da insanın tembelliğinden yerini asansöre bırakmıştır. Spor yapmayan bireyler olarak altımızda araba, asansör ve diğer ulaşım araçları oldukça 2 adım atınca soluk soluğa kalmamız kaçınılmaz bir şey olarak gözüküyor.

Tembellik etmeyin, yürüyün! ☺

12 Ekim 2016 Çarşamba

Zaman Mefhumu

Hepimizin bizi meşgul eden bazı uğraşları ve işleri var. Herkes; işe, okula, buluşmaya yetişmek zorunda. İşlek bir caddede insanları izlediğinizde herkesin bir acelesi olduğunu göreceksiniz çünkü modern dünya insanı yaşamak için hızlı olmak zorunda. Bu da aslında bir doğal seçilim sayılabilir. Çitanın evrim sürecinde hayatta kalması "en hızlı koşan çitaların" diğer hayvanlardan kaçarak soyunu devam ettirebilmesine bağlıdır. Yavaş koşan çita zaten diğer canlılar tarafından yaşamını yitirecektir. Çağa ayak uyduramayan, insanların hızlı yaşamlarına adapte olamayan birey de hayatta hep geri planda ve istenmeyen bir konumda olacaktır.

Uğraşlarımız bizi o kadar esir almıştır ki, zaman kavramının değerini insanoğlu kavrayamamıştır. Diş macununun bütününü dışarı sıktığınızda bile diş macununu tüpüne geri sokmanızın bir olanağı vardır. İmkansız şey henüz imkanı için çaba harcanmamış olandır. Pekala imkansızı bile başarabiliyorsak neyi başaramıyoruz? Tabii ki de zamanda geriye gitmeyi. Zaman en büyük ihtiyaçtır. Zamanın önemli olduğu bir yerde yapmak gereken tek şey ise bilgiye ulaşmaktır.


"Bilmek egemen olmaktır." -Bacon

İnsanın bilmek istemesi egemen olma isteğinden gelir. En çok bilen gücü en çok elinde tutan insandır. Sokrates'in öğrencilerinden biri dönemin en büyük kahinine "en bilge kişi kimdir?" sorusunu sorar ve Sokrates'in "dünyanın en bilge insanı" olduğu cevabını alır. Öğrencisi Sokrates'e bu cevabı ilettiğinde ise Sokrates bildiği tek şeyin hiçbir şey bilmediğini bilmekten ibaret olan biri olarak şaşkınlığını dile getirir. Devlet büyüklerine ve bilge olduğu söylenilen insanlarla konuşmaya ve başkaları tarafından en bilge kabul edilen insanı aramaya koyulur fakat gördüğü üzere insanlar Sokrates kadar bilge değildir. Bu durumda insanın bilgisiyle böbürlenmek bir yana bilmediğini bilmenin en büyük erdem ve bilgelik olduğu sonucu ortaya çıkıyor.

Asırlardır filozofların istedikleri tek şey "episteme"ye "logos"a yani bilgiye ulaşmaktır. Evreni anlamlandırmaya başladığınız an bilgiye yaklaşırsınız. Platon bu yüzden en ideal devletin tanımı olarak devletin başına bir filozofun geçmesi gerektiği düşüncesindedir.

Bilgisizliğin, aklın almadığı noktanın ve anlama çabasından kaçınmanın başladığı yerde ise işin içine yaratıcı ve koşulsuz iman gelir. Hayatta her şeyin cevabını tanrıya atfettiğiniz anda felsefe hiçbir zaman doğmayacak ve evrenin temel maddesi, bilgiye ulaşmanın imkanı, iyinin ve doğrunun ne olduğu, dünyanın şeklinin neye benzediği gibi sorular hep askıda kalacaktır. Bu yüzden felsefe yaparken düşüncenin bir noktasında "tanrı ol dedi oldu" fikri sizi kısıtlandırıyorsa bu tür dogmaları askıya alarak konuyu tekrardan gözden geçirmek gerekmektedir.

Zamanın ve bilginin hayattaki en önemli iki şey olduğunu düşünüyorum. Bilgiye ulaşmanın en büyük yolu da çok okuyup çok araştırmaktan geçer. Bence modern dünyanın hızı sizi aldatmasın. Sindire sindire kitap okuyun ve yavaş yavaş yaşayın hayatı. Böylesi sizi güçlü ve entelektüel biri kılar. Sistemin esiri olmaktansa kendi sisteminizi oluşturmanız ancak bu yolla olur.