
Sanat eserinin "estetik kaygı" taşıma zorunluluğu ise aslında gayet yerinde bir tanım olacaktır. Fakat sanatçı sanat eserini üretirken toplumun, genelin, estetik algısına göre hareket etmediği için ortaya çıkan sanat, sanatçının estetik yargılarına bağlı olacaktır.
Sanatçı muhaliftir, muhalif olmak zorundadır. Buradaki muhaliflik sadece siyasi bir anlamda olmak zorunda değildir. Eğer sanatçı muhalif olmazsa zaten toplumun geneli gibi düşündüğü ve yaşadığı için sanat üretemeyecektir. İnsanlar kendi fikirlerinin bozguna uğramasından, farklılıklarla karşılaşmaktan genellikle korkarlar. Bu yüzden her sanat eseri herkese hitap etmese de herkes her sanat eserinden kendine bir parça bulabilir. Bahsedilen muhafazakar toplumun dediğini yapmamak toplumdan bağımsız üretmek anlamına da gelmemektir. Sanat toplum için yapıldığında toplumu geliştirecektir. Ülkeler siyasi hamleleriyle değil spor, bilim ve sanattaki başarılarıyla anılırlar.
Sanat eserinin bu oluş-bozuluş evreninde değişmeden ve bozulmadan ayakta kalmasının tek mümkünatı ise üretilenin "fikir" ile üretilmiş olmasıdır. Fiziksel dünya bozuluşa uğrasa da fikir daima baki kalır. Herkesin fikrinden bahseden şeyden de sanat diye söz edilemez. Sanat özgün fikirli olmalıdır. Bu özgün fikir ise toplum gibi düşünmemekle olur. O halde toplum için "düşünmek" iyidir, toplum gibi düşünmek kötüdür.
Toplumdan sıyrılıp farklı düşünen birey sanatçılık ruhunu yakalayacak; özgün düşünüp evrensel ve ebedi eser üretmenin yolunu bulacaktır. Toplumun istediğinden bağımsız; özgün ve sanatçının estetik değer yargısıyla üretilen eser bu eseri sanat eseri kılacaktır.